PROF. DR. NİYAZİ BEKİ
İyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik “lizâtihi ve li gayrihi” olmak üzere iki kısma ayrılır. Yani bizzat veya başka bir sebepten dolayı güzel veya çirkin olabilir. Eskiden beri semavi dinlerde olduğu gibi, aklı ön planda tutan felsefî düşüncelerde de kâinatı yaratıcısının mükemmel bir varlık olduğu kabulünden hareketle kâinatta bizzat bulunan güzelliklerin galip, büyük çoğunlukta olduğu, çirkinliklerin ise azınlıkta olduğu ve bizzat güzel olan şeylerin güzelliklerini gösteren birer ayna fonksiyonunu icra etmekle dolaylı güzelliğe sahip olduğu kabul edilmiştir. “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu(daha güzel, kaliteli işler ortaya koyacağını) denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, pek güçlüdür, çok bağışlayıcıdır”(Mülk, 67/2) mealindeki ayette de Allah katındaki değerlerin ölçüsü, kemiyet/sayısal çoğunluk değil, keyfiyet/kalite vasfı olduğuna dikkat çekilmiştir.
Konuyu Risale-i Nur’dan özetleyerek açıklamaya çalışacağım:
Sual: Şerr-i mahz olan şeytanların icadı ve ehl-i imana musallat olmaları ve onların yüzünden çok insanların küfre girip Cehenneme girmeleri, gayet müthiş ve çirkin görünüyor. Hatta peygamberlerin insanlara ilahî mesajları iletmek üzere görevlendirilmeleri sebebiyle ve şeytanların varlığı yüzünden ekser insanlar kâfir oluyor, küfre gidiyor, zarar görüyor. “El-hükmü lil-ekser/hükümler çoğunluğa göredir” kaidesince, ekser insanların zarar gördüğü bir şey kötüdür. O vakit halk-ı şer şerdir/kötüyü yaratmak kötüdür, hattâ peygamberlerin varlığı dahi rahmet değil denilebilir? Acaba Cemil-i Alelıtlak/mutlak güzel ve Rahîm-i Mutlak/mutlak rahmet sahibi ve Rahman-ı Bil-Hakk’ın/sonsuz rahmet sahibi olduğu tahakkuk eden Allah’ın rahmet ve cemali, bu hadsiz çirkinliğin ve dehşetli musibetin husulüne nasıl müsaade ediyor ve nasıl cevaz gösteriyor?
Cevap: Şeytanın varlığında cüz’î şerler ile beraber bir çok külli hayırlı maksatlar ve insanların tekemmülü vardır. Bir çekirdekten koca bir ağaca kadar ne kadar mertebeler var; insanların mahiyetindeki kabiliyet ve istidadda dahi ondan daha ziyade mertebeler var. Belki zerreden şemse kadar/atomdan güneşe kadar dereceleri var. Bu istidat ve kabiliyetlerin inkişaf etmesi, elbette bir hareket ister, bir muamele iktiza eder. Ve o muameledeki terakki zenbereğinin hareketi, mücahede ve gayretle olur. O mücahede ise, şeytanların ve muzır/zararlı şeylerin vücuduyla/varlığıyla olur. Yoksa, melaikeler gibi insanların da makamı sabit kalırdı. Ve bu durumda insan nev’inde, binler neviler hükmünde sınıflar bulunamazdı. Bir şerr-i cüz’înin/küçük bir kötülüğün gelmemesi için bin hayrı terketmek, hikmet ve adalete münafîdir. Çendan/her ne kadar şeytan yüzünden ekser insanlar dalalete giderler. Fakat ehemmiyet ve kıymet, ekseriyetle keyfiyete bakar, kemmiyete az bakar veya bakmaz. Nasılki bin ve on çekirdeği bulunan bir zât, o çekirdekleri toprak altında bir muamele-i kimyeviyeye mazhar etse; ondan on tanesi ağaç olmuş, bini bozulmuş. O on ağaç olmuş çekirdeklerin o adama verdiği menfaat, elbette bin bozulmuş çekirdeğin verdiği zararı hiçe indirir. Çünkü, kemmiyetin keyfiyete nisbeten ehemmiyeti yok. Asıl ekseriyet, keyfiyete bakar.
Meselâ: Yüz hurma çekirdeği bulunsa, toprak altına konup su verilmezse ve muamele-i kimyeviye görmezse ve bir mücahede-i hayatiyeye mazhar olmazsa, yüz para kıymetinde yüz çekirdek olur. Fakat su verildiği ve hayat şartlarına mazhar olduğu vakit, sû’-i mizacından sekseni bozulsa, yirmisi meyvedar yirmi hurma ağacı olsa, diyebilir misin ki “Suyu vermek şer oldu, ekserisini bozdu”? Elbette diyemezsin. Çünki o yirmi, yirmi bin hükmüne geçti. Sekseni kaybeden, yirmi bini kazanan, zarar etmez; şer olmaz. Hem meselâ: Tavus kuşunun yüz yumurtası bulunsa, yumurta itibariyle beşyüz kuruş eder. Fakat o yüz yumurta üstünde tavus oturtulsa, sekseni bozulsa; yirmisi, yirmi tavus kuşu olsa, denilebilir mi ki: “Çok zarar oldu, bu muamele şer oldu, bu kuluçkaya kapanmak çirkin oldu, şer oldu”? Hâyır öyle bir hükme varmak değildir. Çünkü o tavus milleti ve o yumurta taifesi, dörtyüz kuruş fiyatında bulunan seksen yumurtayı kaybedip, seksen lira kıymetinde yirmi tavus kuşu kazandı. İşte insanlık camiası bi’set-i enbiya(peygamberlerin gönderilmesi) ile, sırr-ı teklif ile, mücahede ile, şeytanlarla muharebe ve mücadele ile kazandıkları yüzbinlerle enbiya ve milyonlarla evliya ve milyarlarla asfiya gibi âlem-i insaniyetin/insanlık camiasının güneşleri, ayları ve yıldızları mukabilinde; kemmiyetçe kesretli, keyfiyetçe ehemmiyetsiz, değersiz bazı kâfir ve münafıkları kaybetmesi elbette zarar değil, büyük bir kârdır. Az bir zarar yüzünden pek çok kârlı bir ticaretten vaz geçmek, bütün, bütün zarardır (bk. Mektubat, 44 )
Aynen bunun gibi; nefis ve şeytanlara karşı mücahede ve mücadele ile, yıldızlar gibi nev’-i insanı şereflendiren ve tenvir eden on insan-ı kâmil vesilesiyle o nev’e gelen menfaat ve şeref ve kıymet, elbette haşerat nev’inden sayılacak derecede süfli ehl-i dalaletin küfre girmesiyle insan nev’ine vereceği zararı hiçe indirip göze göstermediği için, rahmet ve hikmet ve adalet-i İlahiye, şeytanın vücuduna müsaade edip tasallutlarına meydan vermiştir.
Ey ehl-i iman! Şeytan ve nefis gibi bu müthiş düşmanlarınıza karşı zırhınız: Kur’an tezgâhında yapılan –Kur’an’ın emir ve yasaklarına riayet etmekten ibaret olan- takvadır. Ve siperiniz, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın Sünnet-i Seniyesidir. Ve silâhınız, istiaze ve istiğfar ve hıfz-ı İlahiyeye ilticadır(bk. Lemalar, 71-72).
Özetlersek; Allah’ın icraatında çok yönlü gayeler vardır. Bu unsurlardan bazıları çüirkin olsa da çoğu güzeldir. Çoğunlukta bulunan bir güzellik, azınlıkta bulunan bir çirkinlik yüzünden terk edilmez. Aksi takdirde çoğunluğu kötü olan bir sonuca varılır.
Keza, bir şeyin güzel veya çirkin olması, onun kemiyete/ sayısal çoğunluğuna göre değil, keyfiyete/işin kalitesine göredir. Bazen bir tek kaliteli şey bin kalitesiz şeylerden daha önemli olur. İşte ilahi takdir ve icraatında bu ölçü esastır.